GEÇTİĞİMİZ iki hafta Kayseri karlı günler yaşadı.
Kar olunca kar tatili de oldu elbette. İşte o karlı günlerden birinde, sosyal medya hesaplarımızdan, ertesi gün dört ilçede kar tatili olacağına dair bilgiyi paylaştık.
Bunun üzerine iki farklı sosyal medya kanalımızdan mesaj aldık. İki takipçimiz de “merkez ilçelerde kar tatili yapılmasını”, bu konuyu Vali Şehmus Günaydın Bey’e iletmemiz konusunda aracılık yapmamızı istedi.
Yüzümüzü gülümseten mesajları, isimleri silmek ve “Bize güvendiğiniz için teşekkür ederiz.” notunu iliştirmek suretiyle diğer okurlarımızla paylaştık.
O gün çok düşündüm, onca bozulmaya rağmen, basit bir konuda olsa bile okurların “gazetecilik mesleğine güven duyuyor” olmaları çok hoşuma gitti.
Herhangi bir yerde sorun yaşadığında telefonlara sarılan ve o sarılmayla susmayan telefonları açtığımız yıllar geldi aklıma. O eski halinden pek eser kalmamıştı mesleğin ama arada bir böyle etkileşimler yine de mutlu ediyor bizleri, okşuyor gönüllerimizi...
Peki bu süreçte ne oldu da bu hale geldik? Bunun nedenlerini hepimiz biliyoruz, tek tek saymamın anlamı yok.
Özellikle dış etkenleri herkes biliyor, eleştiriyor. Ama onun dışında, bu değişiklikteki en önemli nedenlerden birinin de, doğrudan camiamızı ilgilendiren “iç nedenler” olduğunu düşünüyorum. İç nedenlerden kastım; elbette ‘değişen gazeteci profili’…
Bu münasebetle geçen yıl içinde bulunduğumuz ayda hayatını kaybeden Mahmut Sabah’ı da anmak isterim.
Ben de dahil olmak üzere, nerede Mahmut Sabah gibi gazeteciler, nerede biz, nerede bizlerden sonra gelenler…
İğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batırmak gerektiğini; “kişinin toplumdaki yerini kendinin sağladığını” göz önünde bulundurarak, Mahmut Sabah gibilerden sonra değişen gazeteci profilini incelemek isterim izninizle.
Mahmut Abi, hep düzgün giyinir, sanki her an habere gidecekmiş gibi tertipli dolaşırdı. Kendisinden küçük olsa dahi, bir meslektaşı odasına girdiğinde ayağa kalkar, önünü ilikler, özellikle kendisi ziyaret edilmişse yine o düğmeleri ilikleyerek kapıya kadar uğurlardı. Oldukça düzgün bir Türkçe ile konuşur, eleştiriyi de seviyeli yapardı. Eleştiriyi asla dedikodu düzeyine getirmez, dozunda bırakırdı. Haberciliğine zaten sözüm olamaz, övmeyi bile hadsizlik sayarım…
O kuşaktaki tüm gazeteciler takım elbise giymez ama “tertipli, düzenli” görünürdü. Sohbet etmekte asla zorlanmaz, her konuda az çok bilgisi olduğu için sohbete dahil olabilir, saygı sınırlarını bilir ona göre hitaplarda bulunurdu. Oturduğu zaman nizami oturur, bacaklarını dağıtmazdı. Kamudan bir müdür kendisine samimi davrandı diye asker arkadaşı gibi konuşmaz, gazetecilik sınırını korurdu. Çayı sessizce karıştırmayı bilir, yemek adabına uygun davranır, bir toplantıya geç kalsa bile sessizce kenardan katılır, soru soracağı zaman “eleştirir ya da yargılar gibi bir eda takınmaz”, olması gerektiği düzgün, kısa ve net cümlelerle soru sorar, saygılı bir şekilde yanıtını beklerdi. Kurumunu da, mesleğini de, birey olarak kendisini de temsil ederdi kısaca…
Geçenlerde sosyal medyada çok paylaşıldı; Sümerlerin çivi yazısıyla yazdığı tabletlerde bile gençlerden şikayet ediyormuş yaşı ileri olanlar. Belki genç meslektaşlarım bana gönül koyacak ama ne yapalım, Sümerlerde bile gelenekmiş bu durum…
İşin şakası bir yana da, vefatının üzerinden bir yıl, hızlı gazetecilik yıllarının üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen ‘gazetecilik’ duruşu ile andığımız Mahmut Sabah gibi ayrılmak var bu dünyadan, bir de ömrünü verdiğin mesleğin esamesi okunmadan.
Mahmut Sabah ve onun gibiler gibi ayrılmanın yolu da belli; “aynaya bakıp kendimize çeki düzen” vermek. Biz önce kendimizi bilelim de, sonra dışarıdaki etkenlerden şikayet etmeye hakkımız olsun.
Öyle yapalım ki, yalnızca meslektaşlarımızın ruhuna şad edelim de, mesleğimizinkine değil…
Ez cümle; ruhunuz şad olsun Mahmut Sabah ve tüm ustalar…